Tarihçi Yazar Furkan Uzel
Ahmed b. Tolun, malum olduğu üzere Tolunoğulları Hanedanlığının kurucusu sayılan tarihî bir şahsiyettir. Ancak Ahmed’in hayat hikâyesinin ana odağı, genellikle Mısır’da hüküm sürmeye başladığı tarihten sonrasıdır. Önceki kısımlarının geçiştirilmesi, aslında yeteri kadar bilginin olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu döneme ışık tutmak maksadıyla kaleme aldığımız bu çalışma, umuyoruz ki es geçilen bu devreyi bir nebze aydınlatmayı başarabilmiştir…
TOLUN’UN HAYATININ KARANLIK NOKTALARI
Tolunoğulları’nın hikâyesini Ahmed b. Tolun’un hayatı ile başlatırız umumiyetle. İslâm tarihinin klasik kaynaklarının ağzından kerpetenle laf aldığımızdan ötürü böyle bir garabetle yüz göz oluruz. Çünkü Ahmed’in babası Tolun’un hayatına dair nakledilen bilgilerin azlığı, aslında Tolun’un yaşamı hakkında bütüncül bir görüşe sahip olmamızı engellemektedir. Yine de bu fasılalı nakil sarmalına rağmen avcumuza birkaç bilgi parçası düştüğünü görmemiz bizi sevindirmektedir.
Tolun hakkında yapmaya çalıştığımız bilgi zincirinin ilk halkasında soyuna dair malumatlara rastlarız. Görünüşe göre Tolun’un Dokuz Oğuz boyuna mensup olduğu müsellemdir. Coğrafî kökeni ise Buhârâ’ya kadar götürülmektedir. Muhtemelen burada doğup büyümüş ve ömrünün hatırı sayılır bir bölümünü bu topraklarda sürdürmüştür. (1)
Kaynaklar, Tolun’un etnik menşeinde şüpheye düşmemişlerdir. Kaynakların ekseriyeti, Türk olduğuna hemen hemen kanidir. Arapların Tolun’un ismini telaffuz ederken “Türkî” nisbesini eklemeleri de aslında Türk olduğundan tereddüt etmediklerini önümüze seren bir keyfiyettedir. (2)
Etnik menşeini yakalamamız için yan destek sağlamak gayesiyle imdadımıza etimoloji yetişmektedir. “Tolun” isminin kökenini teferruatıyla irdeleyince, karşımıza Türkçe’nin kelime haznesindeki “dolun” çıkmaktadır. Bu kelimeye aşinalığımız ise “dolunay”dan zaten gelmektedir. İsmin mânâsında dolunay sözcüğüne rastlamamız da bizi vardığımız kanaate bir adım daha yaklaştırmaktadır. (3) Tabii isimden etnik kökene pay biçmek her zaman sıhhatli sonuç doğurmamaktadır. Bu yüzden imdadımıza yetişen etimolojik yardım, aslında bir yan âmil mesabesindedir.
Tolun, Buhârâ’dayken kendisine Bağdat kapıları açılmıştı. Bu şehre gitmek için yollara revan olan Tolun’un hangi koşulların desteğiyle hayatını değiştirdiğinin de altını çizmeliyiz. Yaygın kanaate göre; takvimler 815/816’yı gösterirken dönemin Sâmânî Valisi Nuh b. Esed, Halife Me’mun’a hediye olarak esirler göndermişti. Bu esirler arasında ismine rastladığımız kişilerden birisi de Tolun’dur. Bu vesileyle Abbasîlerdeki serüveni başlayan Tolun, gelişiyle beraber askerî meziyetlerini sergilemeye başlamıştı.
Tolun’un askerî kabiliyetleri ve bunun getirisi olarak başarıları, Abbasîlerde makam merdivenlerini basamak basamak yükselmesinde katkı sağlamıştı. Bağdat şehrinde göze çarpan Türk nüfuzunun aktörleri arasında yerini alan Tolun, nüfuzunu genişletmekte muvaffak olmuştu. (4)
Başkentin değişmesiyle Bağdat’tan Sâmerrâ’ya taşınan siyasî ve askerî erkanın içinde Tolun da bulunmaktaydı. Bu taşınmadan nasibini aldığını bildiğimiz Tolun’un hayatı buradan sonra kararmaya başlamıştır. Muamma ile dolu olan hayatının 854’te son bulduğunu biliyoruz sadece. Kaynakların lâl dilli tavrında mahsur kalan Tolun’un hayat sergüzeşti, elde ettiği makam ve mevkinin oğlu Ahmed’e devredilmesiyle nihayete ermişti. Ölümünden sonra eşinin Bayık Bey isminde mühim görevlerde bulunan başka bir Türk komutanla evlendiğine tesadüf etmekteyiz. Böylece Ahmed, Tolun’un ölümünün akabinde yeni bir üvey babaya sahip olmuştu.
AHMED B. TOLUN’UN TARİH SAHNESİNDE YÜKSELİŞİ
Yeni bir başkent çiçeği olarak Sâmerrâ’nın dallanıp budaklanmasının hemen evvelinde Ahmed’in hayata gözlerini açtığını görüyoruz. Bu sırada tarihlerimiz ise 835’tir. Babasının Tolun olduğunu bilsek de annesinin isminden ziyade konumundan haberdarız. Annesinin cariye olduğunu bilmekteyiz sadece. (5)
Bağdat’ta bir lahzayla muadil sürede zaman geçiren Ahmed, babasının başkente tayiniyle Sâmerrâ’ya gitmiştir. Burada sıkı bir talimden geçti. Dönemin klasik dersleri hâline gelen hadis ve Hanefî fıkhı dersleri aldı. Bu dersleri alırken kendisine en büyük desteği ise Türk kumandanları vermişti. Aldığı derslerle dinî eğitimini geliştirse de zirveyi hafızlıkla süslendirdi. Sadece dinî eğitimlerle bezendiği düşüncesi ise bizi sehivle aynı masaya oturtur. Çünkü askerî eğitimden geçtiğini de müşahede ediyoruz. (6)
Babasının vefatından sonra Halife Mütevekkil, Tolun’un askerî vazifelerini Ahmed’e devretti. Böylece Ahmet iki unvana sahip oluyordu: Komutan ve bey. Ahmed, bu makamların tevdiine itibar göstermemesiyle birlikte gözünü savaş bölgelerine çevirmiştir. Abbasîlerin Bizans ile hudut bölgesi, o zamanlar Tarsus idi. Aradaki savaş da tabii olarak sınır bölgesinde zuhur ediyordu. Ahmed, askerî yeteneklerini göstermek için savaş bölgesine gitmeyi arzuluyordu. Nitekim Türk asıllı vezir Ubeydullah b. Yahya b. Hakan’ın yardımıyla buraya geldi. Edindiği askerî bilgileri pratiğe dökerek kabiliyete dönüştürmeye başardı. Üstelik sınır bölgesinin avantajlarından da yararlandı. Bu bölgedeki iki devletin güçlü etkileşiminden ilmî olarak nasibini aldı ve farklı ülkelerden mezkûr bölgeye gelen âlimlerin ilim meclislerine katılarak onlardan faydalandı. (7)
SAVAŞ BÖLGESİNDEN SİYASÎ MERKEZE DÖNÜŞ
Ahmed’in Tarsus’tan Sâmerrâ’ya dönüş tarihini ise kestiremiyoruz. Sadece 862 yılında döndüğüne dair mülahazalar vardır. (8) Bunlara katılıp katılmamak için elimizde kâfi derecede delilimiz olmadığından açık kapı bırakıyoruz.
Ahmed’in Sâmerrâ’ya geldiği tarihte halifelik makamında artık Mütevekkil yoktu. Ahmed’in Tarsus’ta bulunduğu zaman aralığında Mütevekkil’den sonra tahta Muntasır geçmiş, ancak kısa süreli hilafet döneminin ardından yerine Müstain hilafete gelmiştir. Ahmed, Sâmerrâ’ya gelmesine müteakip halifenin itimadını kazanmaya başlamıştır. (9)
Halifenin güvenini nasıl kazandığına dair bir misal olması bakımından kaynaklarda yer almış bir rivayet elimize geçmiştir. Bu rivayete göre Ahmed, Halife Müstain’e getirilmek üzere Bizans’tan gelen armağanlarla dolu bir kafileyi eşkıyaların tasallutundan kurtarmış ve sağ salim halifeye ulaştırılmasını sağlamıştır. Halife, Ahmed’in bu başarısını karşılıksız bırakmayarak mukabilinde ona “Meyyâs” isminde bir cariye hediye etmiştir. Meyyâs, ileriki zamanlarda Tolunoğulları’nın ikinci hükümdarı Humâraveyh’in annesi olacaktır. (10)
DEVLETİN ÜZERİNE ÇÖKEN ÇATIŞMA SİSİ
Türklerin Abbasî ordusunda başlayan nüfuzu, devletin diğer kademelerine de sirayet edince, Türk komutanları otoritede mutlak hüküm sahibi denebilecek güce erişmişlerdir. Öyle ki, işlerini görmeyen halifeleri tahttan indirip yeni birisini makama geçirebiliyorlardı. Devlet mekanizmasında bu denli güç zehirlenmesi yaşayan Türklerin nüfuzunun kırılması gerektiğini düşünen halifeler de olmuştur. Başlarda Türklerin desteğiyle hilafet makamına geçen Müstain, bu gücün kontrol edilemez bir raddeye sürüklendiğini görmüştür. Nitekim Türk komutanlar, bu güç zehirlenmesiyle birlikte kendilerine rakip olan bir unsur bulamayınca birbirlerinin kuyusunu kazmaya başlamışlardır. İlk defa bu dönemde Türk komutanlar iktidar uğruna kendi unsurlarının canlarına kıymaya cüret etmişlerdir. Müstain de bu kontrol edilemez kuvvetin derdest edilmesinin çaresini onları birbirine düşürmekte bulmuştur. Zayıf karakterinin baskısı da bu yönteme müracaat etmesinde rol oynamıştır. (11)
Bu politikasında kısmen başarılı olan Müstain, bir yerden sonra siyasî metodunun patlak verdiğine şahit olmuştur. Bu siyasetin uzantıları olan komutanlar arasındaki iktidar mücadelesini bu yazıda uzun uzadıya anlatmaktan imtina ediyoruz. Türk nüfuzunu parçalamak için Türk komutanları birbirine kırdırma siyaseti ters tepti ve isyana yol açtı. Türk komutanlardan Bağîr’in halife eliyle komploya uğrayarak öldürülmesi sonucu galeyana gelen Türk askerleri, onun katillerini istemiştir. Katiller yerine Bağîr’in cesediyle karşılaşan bu isyancılar, daha da şiddetli şekilde tavır sergilemeye başlamışlardır. Ordunun diğer unsurlarını Türkler üzerine salan halife, can güvenliğinden endişelenerek Vasif ve Boğa isimli iki Türk komutanıyla birlikte gizlice kaçarak 6 Şubat 865 tarihinde Bağdat’a gitti. (12)
Halifenin bu ani gidişi, fiilî olarak siyasî erkânın Bağdat’a göçünü başlatmıştı. Bazı komutanlar, devlet memurları ve Abbasî hanedanının mensupları eski başkent Bağdat’a gitmeye başlamışlardır. Eski başkente akın edilmesi, Türkler için müspet bir sonuç değildi. Eski başkente geri dönüş, onların siyasî nüfuzlarını kırabilecek potansiyeldeydi. Türk komutanlar, aralarından birçok kişiyi seçerek Bağdat’a elçi olarak göndermişlerdir. (13)
Bu elçiler, Halife Müstain’in huzuruna çıkıp özürlerini iletmişler ve onun geri dönmesini talep etmişlerdir. Müstain her ne kadar onların özrünü kabul ettiğini ifade etse de geri dönüşüne dair herhangi bir yeşil ışık yakmamıştır. Müstain, gayriihtiyarî bu hareketiyle aslında Türklere altın tepside bir fırsat sunuyordu. Türkler, güçlerini kaybetme endişesiyle Sâmerrâ şehrinde Mu’tez’e biat edip yeni bir halifeyi sahaya sürmüşlerdir. Böylece Müstain’i sâbık halife ilan ederek onu azletmişlerdir. Bu tek taraflı azil, aslında iki başlılığı doğuruyordu. Şimdi Abbasî hilafetinde iki halife bulunmaktaydı. (14) Bu vahim vaziyet de iç savaşın çanlarını çalmaktaydı.
Bu iç savaş neticesinde Bağdat kuşatıldıktan sonra ele geçirilmiş ve Türklerin nüfuzu yeniden zirveye taşınmıştır. Sâbık halife olduğu kesinleşen Müstain ise hilafetten çekilmeye ikna edilmiştir. Buraya kadar hem Müstain’in Türk nüfuzuna karşı siyasetini hem de iki halife arasında cereyan eden iç savaşa şahit olan okuyucu, makalenin bahsine binaen Ahmed’in bu vetiredeki rolünü merak etmiştir. Aslında kaynaklarda Ahmed’e dair bilgilere savaş sonrasında rastlamaktayız.
Selef durumuna düşen Müstain’e nezaret etmesi için Ahmed b. Tolun vazifelendirilmiştir. Böylece Müstain, Ahmed’in gözetiminde Vâsıt şehrinde hayatına devam edecek, gezip tozmasında yahut avlanılmasında bir mâniyle karşılaşmayacaktı. (15) Bir başka görüşe göre Müstain’in talebi üzerine bu görev Ahmed b. Tolun’a tevdi edilmiştir. (16) Bu görüşü de ademe atmamak lazımdır. Müstain, halifelik yaptığı dönemde güvenini boşa çıkarmayan Ahmed’i, bu itimadın semeresi olarak etrafında yer almasını istemesi doğal karşılanmalıdır.
Müstain’in varlığı hem Mu’tez’in hem de onun destekçileri Türklerin siyasî nüfuzunu tehdit eder nitelikteydi. Onun halifeliği tekrardan ele almak gibi bir düşünceye kapılmayacağının garantisi yoktu. Bu da iki tarafı rahatsız etmekteydi. Nitekim Müstain’in en yakınlarından biri hâline gelen Ahmed’e makam kapıları açılırsa, Müstain sorunundan kurtulunabileceği düşünülmüştü. Mu’tez’in annesi Kabiha, Türk komutanlarına bu fikri telkin etmiş; onlar da Ahmed’e bu mevzuyu açarak Müstain’i ortadan kaldırmasını istemişlerdir.
Ahmed’in bu isteğe karşı tavrına dair ufak farklılıklar ihtiva eden birkaç rivayet bulunmaktadır. Bir rivayete göre Ahmed, bu teklife cevaben “Allah, kendisine biat ettiğim halifeyi öldürmeyi bana nasip etmesin” diyerek sadakate mevzilenmiştir. (17) Bunun haricindeki diğer rivayete göre; Halife Mu’tez, Ahmed’e bu konuda bir istekte bulunmuşsa da olumsuz cevap almıştır. (18) İkinci rivayet esas alındığında, Ahmed’in Mu’tez’in emrine itaatsizlik yaptığı düşünülürse, başka türlü bir muamele ile karşılaşacağı ve cezasının kesileceği ihtimallerini de hesaba katmamız gerekir. Ahmed’in karşılaştığı kötü muamele yahut kesilen bir ceza olmadığına göre, bu rivayetin şüphe yarattığı izahtan varestedir. Nitekim daha sonra Müstain’i teslim etmek mecburiyetinde kalışı da sözümüzü teyit etmektedir. Yine de rivayetlerin müşterek kanaatine bakarsak, Müstain’in ortadan kaldırılma talebinin, Ahmed tarafından her hâlükârda reddedildiği görülmektedir.
Ahmed’in bu işe yanaşmadığını gören Mu’tez, Hacib Said b. Salih’i Müstain’i öldürmekle görevlendirmiştir. Said b. Salih, Ahmed b. Tolun’dan Müstain’i teslim almıştır. Ahmed b. Tolun’un buradaki teslimiyetçi tavrına bakınca, neden engel olmadığı sorusu akıllara gelebilir. Ancak Ahmed’in ziyana uğrama tehlikesi, onu el mecbur kılmıştır.
Said b. Salih, Müstain’i teslim aldıktan sonra onu 20 Ekim 866 senesinde Sâmerrâ’da öldürmüştür. Müstain’in ölmesinin önüne set çekemeyen Ahmed, sadakatinin tecellisi olarak Müstain’in defin işleriyle uğraşmıştır. (19)
Mu’tez döneminde de Türk nüfuzu baskınlığında istikrarını gösteriyordu. Mu’tez devrinin panoramasını gözler önüne seren bir nükte nakledilmiştir. Bu nükteye göre; Mu’tez halife olunca, müneccimlere hüküm süresi sorulmuş. O sırada mecliste bulunan bir adam “Ben onun ömrünün, hilâfetinin ne kadar olacağını müneccimlerden daha iyi biliyorum” demiş. Oradakiler, adamdan cevap bekleyince, şu yanıtla karşılaşmışlar: “Türkler ne kadar isterse.” Bu cevaptan sonra mecliste gülmeyen kalmamış. (20) Nitekim Türklerin ihata edici gücü karşısında Mu’tez de diş gösterememiş ve trajik bir şekilde halifelikten azledilip öldürülmüştür.
Mu’tez döneminde Ahmed’in üvey babası Bayık Bey, devlet içinde önemli bir nüfuz elde etmişti. Halife Mu’tez, onu tehlike olarak addettiği için merkezden uzaklaştırmak istedi. Aslında bir mükafat bahşedercesine Bayık’ı Mısır’a tayin ederek onu sürgüne göndermiş oluyordu. Ancak görülene göre Mu’tez’in gayreti beyhudeydi. Çünkü Mısır’a gitmeye gönlü olmayan Bayık Bey, görevi üstlenmemenin ayıbını örtmek için yerine nâibi Ahmed b. Tolun’u gönderdi. 15 Eylül 868 tarihinde Mısır’ın idare merkezi Fustat’a varan (21) Ahmed, Tolunoğulları Hanedanlığı’nı kuracağı topraklarda hüküm sürmeye başlayacaktı.
Sonnotlar:
(1) Ahmet Turan Yüksel, “Müslüman Türk Devletleri”, İslâm Tarihi, c. 2, Editör: Ahmet Önkal, Hikmetevi Yayınları, İstanbul 2019, s. 143
(2) Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, c. 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, s. 320
(3) Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997, s. 4
(4) İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 11, Tercüme: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, s. 93; Kâzım Yaşar Kopraman, “Tolunoğulları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 6, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, s. 57
(5) Ali Öngül, İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2018, s. 22
(6) İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 11, Tercüme: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, s. 95; Hakkı Dursun Yıldız, “Ahmed b. Tolun”, İslâm Ansiklopedisi, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989, s. 141
(7) Hakkı Dursun Yıldız, “Ahmed b. Tolun”, İslâm Ansiklopedisi, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989, s. 141; Ahmet Turan Yüksel, “Müslüman Türk Devletleri”, İslâm Tarihi, c. 2, Editör: Ahmet Önkal, Hikmetevi Yayınları, İstanbul 2019, s. 144; Kâzım Yaşar Kopraman, “Tolunoğulları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 6, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, s. 57
(8) Hakkı Dursun Yıldız, “Ahmed b. Tolun”, İslâm Ansiklopedisi, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989, s. 141; Ahmet Turan Yüksel, “Müslüman Türk Devletleri”, İslâm Tarihi, c. 2, Editör: Ahmet Önkal, Hikmetevi Yayınları, İstanbul 2019, s. 144
(9) Hakkı Dursun Yıldız, “Ahmed b. Tolun”, İslâm Ansiklopedisi, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989, s. 141
(10) Kâzım Yaşar Kopraman, “Tolunoğulları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 6, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, s. 58
(11) Fatih Güzel, Kafesteki Halifeler (Sâmerrâ Dönemi İktidar Mücadeleleri), Akademisyen Kitabevi, Ankara 2020, s. 56-57
(12) Fatih Güzel, Kafesteki Halifeler (Sâmerrâ Dönemi İktidar Mücadeleleri), Akademisyen Kitabevi, Ankara 2020, s. 59-60
(13) Fatih Güzel, Kafesteki Halifeler (Sâmerrâ Dönemi İktidar Mücadeleleri), Akademisyen Kitabevi, Ankara 2020, s. 61
(14) Murat Bıyıklı, Sâmerrâ, Siyer Akademi, İstanbul 2022, s. 71-72
(15) Zekeriya Kitapçı, Selçuklu ve Osmanlılardan Önce Ortadoğu’da Türkler: Ortadoğu Türk Misyonunun Tarihi Temelleri, Yedikubbe Yayınları, Konya 2016, s. 265
(16) Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Tercüme: Neşet Çağatay, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2018, s. 113
(17) Kâzım Yaşar Kopraman, “Tolunoğulları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 6, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, s. 58
(18) el-Kalkaşendî, Meâsiru’l-İnafe fî Meâlimi’l-Hilâfe, Tercüme: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2019, s. 130; Celâleddin Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, Tercüme: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, s. 371
(19) el-Kalkaşendî, Meâsiru’l-İnafe fî Meâlimi’l-Hilâfe, Tercüme: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2019, s. 130
(20) İbnü’t-Tıktaka, el-Fahrî, Tercüme: Ramazan Şeşen, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2016, s. 179
(21) Ali Öngül, İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2018, s. 24-25
Bibliyografi=Kaynaklar
- Ali Öngül, İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2018.
- Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Tercüme: Neşet Çağatay, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2018.
- Celâleddin Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, Tercüme: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015.
- Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, 6, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992.
- el-Kalkaşendî, Meâsiru’l-İnafe fî Meâlimi’l-Hilâfe, Tercüme: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2019.
- Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997.
- Fatih Güzel, Kafesteki Halifeler (Sâmerrâ Dönemi İktidar Mücadeleleri), Akademisyen Kitabevi, Ankara 2020.
- İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 11, Tercüme: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994.
- İbnü’t-Tıktaka, el-Fahrî, Tercüme: Ramazan Şeşen, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2016.
- İslâm Ansiklopedisi, 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989.
- İslâm Tarihi, 2, Editör: Ahmet Önkal, Hikmetevi Yayınları, İstanbul 2019.
- Murat Bıyıklı, Sâmerrâ, Siyer Akademi, İstanbul 2022.
- Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.
- Zekeriya Kitapçı, Selçuklu ve Osmanlılardan Önce Ortadoğu’da Türkler: Ortadoğu Türk Misyonunun Tarihi Temelleri, Yedikubbe Yayınları, Konya 2016.