Ön Söz
Dibâce
İslâm medreselerinin hemen hepsinde olduğu gibi
Rusya’daki Müslüman medreselerinde de
âlimlerinin tanımları ve sınıflandırmaları,
zamanımızdan beş-altı asır evvelki halinde okutulmaktadır.
Hâlbuki beş-altı yüz yıldan beri insanlık fikri,
durgun ve hareketsiz durmayıp ilerlemiş ve kemal bulmuş (gelişmiş) olduğundan,
insanlık düşünürlerinin bakışı bir hayli değişmiştir.
On dördüncü hicrî asırda (1), sekizinci ve dokuzuncu asır ilmî bakışının öğretimiyle şekillenmek,
ilim öğrenenleri (öğrencileri) beş-altı yüz yıl geriye döndürmekle uğraşmak demektir.
Son zamanlarda, Rusya İslâmî medreselerindeki malzeme ve öğretim metodunun
tenkit (eleştiri) ve ölçümüne başlandığı gibi
zamanın mevcut ilmî bakışına uygun bazı eserler de ortaya çıkmaktadır.
Aciz yazar dahi bu genel yetiştirme yöntemi hareketine hizmet etmek isteyerek,
bir İslami medresede, elimden geldiği kadar zamanımız ilmi fikirlere uygun olması üzerine,
tarih ve coğrafya öğretimine uğraşmıştım.
Tarihe giriş olan bir iki derste, bugün seçilmiş olan ilimlerin (ulum) tanımları
ve sınıflandırmaları ile “ulum (ilimler) ve tarih” arasındaki münasebeti izaha çalışmıştım.
Bazı yabancı (batılı-ecnebiye) eserlerden alıntılanmış bu mukaddimenin (girişin),
mensup olduğum medrese talebesine özel (mahsus) kalmamasını daha faydalı gördüğümden,
bastırıp yayınlanmasına karar verdim.
Tabirlerin ekserisi Osmanlı Türkçesinden alındığı gibi.
Zaten bu mukaddime (önsöz) okuyucularının az çok genel Türk edebiyatına vakıf kişiler olacağını tasavvur ettiğimden,
bir hususta üstadım olan İsmail Mirza Gaspırınski’nin (2) “Lisan-ı Umumi (Genel Lisan)” dediği
Türkçe ile yazılmasını makul gördüm.
2 May (Mayıs) 1906 Kazan Y. A. (Yusuf Akçura)
Ulum ve Tarih
1
Efendiler!
Bugün bahsetmek istediğimiz meseleler şunlardır:
İlk olarak zamanımızda ilmi nasıl tarif ediyorlar?
İkinci olarak, ilmi nasıl tasnif ediyorlar (sınıflandırıyorlar)?
Üçüncü olarak, muhtelif ilimler ve yöntemleri nelerdir?
Dördüncüsü, bu muhtelif ilimler arasında tarih var mıdır?
İlk olarak zamanımızda ilmi nasıl tarif ediyorlar?
Osmanlı ulemasından Abdurrahman Şeref Bey
“İlm-i Ahlâk” adlı risalesinde ilmin ortaya çıkışını anlatmak için şöyle diyor:
“İnsan doğal olarak” bilmeye ve öğrenmeye haris bir şekilde arzuludur.
Gizli kalan şey fikrimize endişe ve ızdırap verir. Bu arzudan ilim doğmuştur.” [Sayfa 17]
Bilinen “Risale-i Şemsiye” (3), malumunuz ilmi iki tasavvur ve hükme ayırıyor;
birincisine “Şeylerin (nesnelerin) suretinin akılda ortaya çıkması” (4);
ikincisine “Hüküm, olumlu ya da olumsuz olarak bir konuyu başkasına dayandırmaktır.” (5) diyor.
Bunlardan genel olarak bilin ki ilim gibi anlaşılsa da zamanımızda öyle itibar edilmiyor.
Şimdi malumatının hepsine ilim denilmiyor: İlim ortaya çıkar (hasıldır).
Paris Üniversitesi (Daru’l-Fünunu) âlimlerinden, iktisatçı Charles Gide (6),
“İlm-i İktisadın Esasları” adlı kitabında;
“İnsanlık bilgisinin bir kısmına ilim unvanı verilirse; ona ancak şerefli bir unvan vermek amaçlanmaz;
belki o kısmın tetkik ettiği vakalar arasına kanun denilen bazı lazım olan ilgilerin keşfedilmiş olduğu bildirilmek istenir.
“Diyor: Öyle ise ilim çeşitli bilgilermiş ki tetkik ettiği olaylar arasında kanunlar varmış [4]
Charles Gide’in kanunu “vakalar arasında bazı lazım olan ilgiler” diye tarif etmesi açık değildir.
İngiliz filozoflarından (hükemasından) Spencer (Espenser) (7),
“Tasnif-i Ulum (İlimlerin Sınıflandırılması)” adlı risalesinde “Kanun, olaylar arasındaki aynı şekilde ilgiler” diyor.
Bugün Paris üniversitesinde Nazır [Rektör] bulunan Mösyö Lear (Liyar)
“Mantık İlmi” kitabında. Bütün ilimlerin genel bir gayesi var. O ilimler bu gayeye türlü yollar ile erişmeye çalışırlar.
Anılan gaye eşyayı (nesneleri) tarif etmek, eşyanın bilimlerini/fenlerini (fünunlarını) bulmak demektir.
Bilimler, eşyanın doğasından ortaya çıkan “Bütün devamlı ilgilerdir.” diye yazıyor.
Bu tariflerden hatırımızda kalacak şu ki her ilmin gayesi eşyayı tarif etmektir.
Eşyayı tarif etmek ise kanunlarını bulmak demektir. Bu halde her ilmin kanunları vardır.
Kanunlar, vakaların, olayların genel bir tabir ile eşyanın (nesnelerin) mantık tabiri ile tanımların arasındaki devamlı ve bütün/genel ilgilerdir.
Her kanunda mutlaka, devam etme, umumiyet (genellik/bütünlük) ve icap eden sıfatları bulunması gereklidir.
Bu sıfatlar bulunmayan münasebetlere kanun denemez.
Lear’ın mantığından alınan birkaç örnek ile kanunu izah edelim:
Bir adeti diğer bir adet-i berle (diğer bir adet üzere-diğer bir adetçe) hem darp hem bölsek, o adetin kıymeti değişmez.
Bu adetler arasında ki bir ilgidir ki hiç değişmez (tehavvül etmez: hâlden hâle dönüşmez); yani süreklidir (daimî, muhkem, sabit).
Ve her bir adede tatbiki mümkündür; yani geneldir.
Ve bu adetlerin ilgisinin tabiatından doğmuştur; yani gereğidir.
Keza bir satha düşen ışık ışınlarının ters çevrilmiş köşesi, (ışığın) geliş açısına eşittir:
H (ح) d (د) d=h/ د= ح
Keza milletlerin tekâmül tarihlerinde her bir hareket bir zıt hareketi ortaya çıkarmıştır.
Şimdi öz Tatar toplumumuzda bile bunu görüyoruz. [5]
İlericiler (Terakkiperverler) zuhur eden ettiğiyle maziye dönmek isteyicilerde meydana çıktı.
Matematik ilimlerinden (Ulum-i Riyaziyeden), tıbbî ilimlerden, ahlak ilimlerinden alınan şu örnekler “kanunu” açık göstermiştir sanırım.
Ulumda (ilimlerde/bilimlerde) kanunlarını nasıl keşfediyorlar?
Eşya (nesne) bazı yöntemler (usuller) ile incelenmese, kanun bulunamaz;
çünkü her türlü bilgi, konusunu yöntem ile inceleme sayesinde ancak ilim mertebesine yükselebilmiştir.
Yani kanunları keşfedilmiştir.
Çeşitli ilimlerde tutulmuş yöntem, mantık kurallarını, ilk olarak ilmin konusuna uygun şekilde tatbik etmektir.
Mantık kanunları, biliyorsunuz ki iki büyük kısma ayrılıyor:
Birincisi tümdengelim (ta’lîl / تعليل), ikincisi tümevarım (istikrâ’);
İşte bu tümdengelim ve tümevarım kurallarını çeşitli mevzulara faydalarını, şekillere yahut tabiî hadiselere,
veyahut tarihî olaylara uygun bir şekilde tatbik etmek muhtelif ilimlerin yöntemlerini oluşturur...
*Yusuf Akçura'nın Kazan'da 1906 yılında Arap harfli Türkçe yazıp yayımladığı kitabın ilk kısmından küçük bir metindir.
Notlar:
(1): Hicri 14. asır miladi Kasım 1882’de başlamıştır.
(2): İsmail Gaspıralı, 1851’de Kırım’da dünyaya gelmiştir. Rusya’daki okullardaki panislavizm etkisi onun bu harekete tepki göstermesine sebep oldu.
Özelde Tatarlar arasında genelde ise Türkler arasında yenilikçi Ceditçilik akımını başlattı. Birçok Türk düşünür ve bilgini etkiledi. İsmail Gaspıralı 1914 yılında vefat etmiştir.
(3): Kastedilen kitap Ebu’l-Hasan Necmüddîn Debîrân Ali b. Ömer b. Ali el-Kâtibî el-Kazvinî’nin “er-Risâletu’ş-Şemsiyye fi’l-Kavâ'idi’l-Mantıkıyye” isimli eseridir.
(4): Metinde Arapça “Hûsûl Suretu’ş-Şey fi’l-Akl” (حصول صورة الشى فى العقل) ibaresi vardır. Hazırlayan tarafından çevrilmiştir.
(5): Metindeki cümle mantık ilmiyle ilgilidir. (اسناد امر الى آخرايجا با اوسلبا) Çevirisi Kemal Küntaş tarafından anlam çevirisi olarak yapılmıştır. Yaklaşık anlamı göstermektedir.
(6): Fransız iktisatçı ve ekonomik düşünce tarihçisi Charles Gide, 1847 ile 1932 yılları arasında yaşamıştır. Charles Gide’in ismi metinde “Şarl Jiyd” olarak yazılmıştır.
(7): İngiliz filozof ve sosyolog Herbert Spencer kastedilmektedir. 1820-1903 yılları arasında yaşamıştır.